Türk Kızın Sorority Hayatı: Bütün Öğrendiklerim
Herkese merhaba! Benim adım Lara Zeynep Altılar ve Northeastern’da son sınıf Marketing ve Fransızca öğrencisiyim. Amerika’da üniversite hayatına (özellikle sosyal anlamda) adapte olmaya çalışan öğrenciler için bu parçayı yazmak istedim. Zamanında yalnızlık çektiğim bir ülkede beni anlayan, yardımı dokunacak birileri olmasını çok isterdim—umarım bu bütün okuyanlara yardımcı bir el uzatır <3
Yabancı ya da Amerikalı olsun farketmez, bir öğrenci için, fraternity/sorority grupları yoğun bir deneyim olabilir—ve ben şansıma ikisi de oldum. Amerika deneyimime liseye girerken başladım, ve aynı yılda ilk New York, sonrasında da Connecticut’ta giderek serüvenimi devam ettirdim. İşin ironik tarafı ise lise boyunca kendimi ileride aşırı bir şekilde Greek Life’ın bir parçası olarak düşünmemiştim, ve hatta kendimi inisiyasyon sürecine yazdırıp yazdırmamak için uzun uzun düşünmüştüm. Ama sonrasında kendimi 45 bin kișilik, Amerikan futbol takımıyla ünlü olan bir okulda bir sorority’e girmeye çalışırken buldum—ve bir anda herkesin bu işlemi benden daha çok bildiğini anladım.
Sorority’e girme süreci (formal recruitment) iki ya da üç haftalık bir serüvenden oluşur, sırasıyla: Open house, philanthropy, sisterhood, ve preference round. İlk gün her evden birisiyle konuşup, sonrasında her gün geçtikte konuştuğunuz ev sayısı azalır—ta ki genelde iki sorority kalana kadar. Her altmış odalık eve girdiğimde hep aynı șeyi duydum: “Senin yerin olduğunda bileceksin.” Ve ne kadar klişe olsa bile, benim başıma gelenleri anlatacak en güzel cümle olduğunu dördüncü yılıma girdiğimde anlıyorum.
Devasa evin içine girdiğimde anında anlaştığım kızlarla tanıştım, ve içerisi ne kadar kalabalık, tanımadığım insanlarla dolu olsa bile bu organizasyonun benim için doğru yer olduğunu insanlarla konuşmanın kolaylığından farkettim. Organizasyona girme invitasyonumu aldığımda kafamdaki duygular kesinleşti—ve sadece bir kaç hafta sonra resmi bir üye olarak sorority’e girdim. Greek life bütün üniversite yıllarım boyunca hayatımın bir parçası olduysa bile, eski okuldaki deneyimim sadece bir yıl sürdü. East Coast’ta yıllardır yaşamanın etkisini atamamıştım, ve her şeyden çok İstanbul’un şehir ortamını özlüyordum, bu da sonunda her şeyi toplayıp Boston’a gelmeme sebep oldu.
Northeastern’a geldiğim yaz sorority’nin Instagram’ına “Naber, benim adım Lara Altılar ve sizin okula gelmeyi düşünüyorum” diye attığım mesaj, sonunda 1 buçuk yıllık bir yönetim pozisyonuna ve transfer öğrencisi kendimin hayal edemeyeceği milyonlarca anıya dönüştü. Yönetim boyunca hayır kurumlarına yardım toplama ve başka Greek organizasyonlarla etkinliklere imza atma şansım oldu, ve bu sorority sayesinde belki de başka hiçbir yerde karşıma gelmeyecek insanlarla tanışma fırsatını yakaladım.
Yabancı öğrenciler arasında çok popüler olmasa bile, Greek life önemli dersler öğrenebileceğiniz bir platformdur. Topluluk önünde konuşmaktan tutun, zaman/para yönetimi ve lokal kültürü öğrenme gibi her türlü noktaya değinme olasılığını sunan bu organizasyonlar, genel olarak kalabalık ortamlarda nasıl uyum sağlayabileceğinizi de gösterir. Eğer etrafınızda bu fırsatı kafasında tartan bir insan varsa (ya da bu insan sizseniz), tavsiyem kesinlikle bu şansı değerlendirip kendinizi “recruitment”a yazdırmak olur—bu sayede üniversite hayatınızın başında önemli bir girişimde bulunabilirsiniz. Eğer sizin tarzınız değilse de, her zaman resmi olmayan (namıdiğer informal recruitment/Continuous Open Bidding) rotadan girmeye çalışabilirsiniz, ya da okulunuzun önerdiği farklı kulüplere göz gezdirebilirsiniz.
Amerika’ya genç bir yaşta, hiçbir şey bilmeden taşınmaktan öğrendiğim bir ders varsa, o da kesinlikle önünüze gelen fırsatları sonuna kadar değerlendirmek, ve emin olmasanız bile bu fırsatlara şans tanımanızdır—çünkü bakarsınız bir anda hayatınızın büyük bir parçası olmuştur bile.