Grammy Perisi

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, 90’ların Türkiye’sinde Esin adlı bir peri gözlerini dünyaya açmış. İnsanoğlu, kötülüğün hakim olduğu bu dünyada perilerin varlığına ihtimal vermediği için Esin’in peri olduğunu ilk başta kimse anlamamış. Esin’de kendisini insan olarak kabullenmiş ve hayatını insan olarak yaşamayı tercih etmiş.

Şu anda da masalımızın hikayeye ve kahramanımızın da karaktere döndüğü andayız. Hep beraber Grammy adayı Esin Aydıngöz’ün Amerika’daki öğrencilik dönemi ağırlıkta olmak üzere neşe dolu hayat hikayesini okuyacağız. 

Esin Aydıngöz, 1993’de, İstanbul’da dünyaya geldi. Esin’in müzik ile olan bağı henüz ufak yaşlarındayken sıkı bir şekilde bağlanmış ve hayat boyunca bu bağ hiç aşınmadan, aksine daha da sıkılaşarak varlığını sürdürmeye devam etmiş. Bu bağ, evrensel bir bağ! Esin, daha ilkokuldayken ebeveynleriyle beraber konsere gitmişler. O konser ise dünyaca ünlü Paul Anka konseri. Hani hepimizin bildiği “Put Your Head On My Shoulder” sözlerinin yazarı ve şarkıcısı. Hani sanatçılar sahneden inip seyirciler arasında dolaşır ya.. Paul Anka da İstanbul konserinde sahneden inip seyirciler arasında dolaşıyormuş. Esin o anı şöyle özetliyor; “Paul sahneden inerken bana geleceğini o kadar iyi biliyordum ki, o seyircilerin arasına doğru yürürken sadece gelmesini bekledim ve benim yanıma geldi.” Müzik ve Esin’in arasındaki bağın ilk düğümü o an atıldı belki de.

Esin’in lise hayatı Saint Joseph Lisesi’nde geçiyor. Lise döneminde hayalleriyle o kadar içli dışlıymış ki, okulunun kütüphanesine gidip sonradan hayatının en güzel yılları olarak andığı Berklee College’in internet sitesinin içerisinde kayboluyormuş. Bir aile dostları Esin’in müzik ile olan arasındaki bağı görüp Berklee College’in 5 haftalık yaz okulu için her sene bir Türk öğrenciye Arif Mardin bursu verdiğinden bahsetmiş. Esin, o dönemlerde sıkı bir Popstar izleyicisiymiş. Popstar yarışmasının kazananı da Berklee’ye gitme hakkı kazanıyormuş. Esin zaten Berklee’in neresi olduğunu biliyor ve hayallerine giden yolun Berklee’den geçtiğini hissediyormuş. Ve Esin’in ilk hedefi bu bursu kazanmak amacıyla şekillenmiş. Arif Mardin kimdir diye merak edecek olursanız; Arif Mardin, 1932 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Londra Ekonomi Okulu'nda iş idaresi eğitimi aldı. Daha sonra Berklee Koleji'nde müzik eğitimi gören Mardin, Quincy Jones Bursu'nu kazandı. Kariyerine 1963 yılında Atlantic Records şirketinde Nasuhi Ertegün ile çalışarak başlayan Arif Mardin, aynı şirkete 1969 yılında da başkan yardımcısı oldu.

Esin’in Grammy adaylığına uzanan yolculuğunda hiç mi engel yoktu? Elbette vardı. Esin Berklee için ilk denemesinde programa kabul edilmiş ancak bursu alamamış ve bu sebeple hayaline kavuşamamış. Bu süreçte de hedefini güncellemiş ve Berklee’ye gitmeden önce konservatuarı kazanması gerektiğini belirlemiş. Hoop bir fiyasko daha! Esin, bir sene boyunca her gün 8 saat piyano çalışmasına rağmen konservatuar sınavında da başarısız olmuş. Esin bu dönemi şöyle özetliyor; “Hep bardağa dolu tarafından bakardım. Bir şeyi yapamadığımda ve başarısız olduğumda üzülmek yerine bir sonrakini ben yapıcam modunda oluyordum. Yani çok da sorun olmazdı. Her şeyin kombinasyonu olan bir motivasyonum var. Annem ve babam doktor, ikisi de çok çalışkan insanlar. Hacettepe’de öğrenciyken tanışan 2 profesör. Ya hasta bakıyorlar ya da konferans konferans gezip konuşma yapıyorlar. Ben de çok çalışmalıyım, ben de kendi alanımda uzman olmalıyım diye bir bakış açım vardı. Ailemden hiç bir zaman çok çalışmalısın, şöyle olmalısın şeklinde bir baskı görmedim. Benim derslerim de çok iyiydi, notlarımın hepsi 5 . Ailem veli toplantisina gitmeye bayılırdı.” İlk denemesinde Arif Mardin bursu kazanamadığı için pes etmektense kafasında hayali daha da büyütmüş. Kendi deyimiyle okuldan eve döner dönmez sürekli maillerini kontrol eder, kabul mektubunu görmeyi hayal edermiş. Tam bir film gibi!

Lise arkadaşlarını çok sevdiğini belirtiyor ancak aynı dili konuşmuyormuş onlarla. Esin sabah akşam hayal kuran ve "Berklee’ye gitmek istiyorum," diyen kişi. Mesela bir yerden beste yarışması bulup insanları örgütleyip yarışmaya katılmaları için liderlik yapan kişi. O dönemde Saint Joseph’te bir orkestra yokmuş ve sınıfları kapı kapı gezip ekibi toplayan kişi. Esin, çevresinden farklı bir şekilde hayallerinin peşinden koşan kişi. Böylelikle de katıldığı yarışmalarda da birincilik kazanmış, daha önceki yenilgilerinden dolayı pes etmemiş bir kişi. 

Peki bu kişi müzik dışında hiç mi bir şey yapmıyormuş? Bu soruya Esin’in cevabı şu şekilde; “Hep ne yapacağım çok belliydi. Ben şu an bunu neden yapıyorum ki, bununla ilgili bir şey yapmayacağım hayatta.”  Kendini bilmesi çok hoş bir durum ama o kadar da dış dünyadan kopuk değil Esin karakterimiz. Kendisi tam bir Disney çocuğu. Ahaha Disney çocuğu ne demek? Disney çocukları, iyilik ve çalışkanlıkla hareket etmenin, hayatta karşılığını bulacağına inanıyor. Bu inanç da Esin için son derece önemli bir motivasyon kaynağı haline gelmiş. "İyilik edersen iyilik bulursun" hayat mantrası! İçeriden bir bilgi! karakter olarak Stitch'e bayılıyor. Stich’i sevme sebebi neşesi ve farklılığıymış. Okul çağında da kalem kutularının hepsi Stitch'liymiş 😛 En sevdiği animasyon filmi, "Güzel ve Çirkin".

Tüm çabanın ve kurulan hayallerin ardından Esin, Berklee’nin kapısından içeri girmeye hak kazanıyor. İlk 5 haftalık yaz kampına gideceği zaman, ailesi Esin’in daha önce kendilerinden bu kadar uzun süre ayrı kalmadığını, bu sebeple de Esin’in Amerika’da, tek başına bu deneyimi gerçekleştirirken zorlanacağını, kendilerini çok özleyeceğini düşünmüşler. Yaşananlar tam tersi, Esin yaşadığı tek zorluk oradan ayrılmak zorunda olması olmuş galiba. Kendisi şöyle cevaplıyor; “ Berklee'ye geçince herkes benim gibiydi. Evi özleyemiyorsun. Aileni özlüyorsun tamam ama Berklee'nin ortamı bana o kadar uygundu ki... Havaalanında ailemden ayrılmak hala benim için kolay değil ama uçağa bindiğim anda kendimi gittiğim yere hazırlıyorum. Uçak kalktığı anda ben de o kalkışı yaşıyorum.”

Berklee, Esin’in kendini ait hissettiği ve Grammy adaylığına uzanan yolda temel yapı taşlarından bir tanesi olduğu çok açık. Peki, dışarıdan bir gözle bizim için Berklee’yi özetleyecek olursak Boston’un merkezinde, kampüs hayatı olmayan bir üniversite. Esin’in de çok az üzüldüğü ama olsa da fena olmazdı dediği şey, yemyeşil kampüslü bir okulunun olması. Eğitim olarak Sabancı Üniversitesi ile Berklee benzer bir yapıya sahip. İlk iki sene boyunca ortak dersler var, ardından bu derslerdeki ilgine göre 3. Ve 4. Sınıfta ‘uzmanlaşıyorsun. "Come and explore". Esin’e “hiç keşken var mı” diye bir soru sordum! “Evet, var!” demesi beni çok şaşırttı. Ama dürüst olayım, cevabı çok daha şaşırtıcı!  “Benim keşkem, benim dönemimde iki bölüm okuyup bir yandal yapılıyordu. Şu an ikinci yan dal da yapılabiliyor. Bende ikinci yan dal olmadığı için pişmanım. Sıfır uyku bir hayat ama olsun!! Ama ben müziği ders olarak görmüyorum, passion olarak görüyordum.” Esin cümlesini bitirdikten sonra “Sıfır uyku haa! Ya sosyalleşme?” şeklinde bir çıkış yaptım. Esin’in cevabı, hayalleri gibi net! “Benim sosyalleşmem de müzikti. Arkadaşlarımla sahne alıyorduk, onların kültürleriyle tanışıp müziklerini dinleyip yemeklerini yiyordum. O zamanları çok özlüyorum, turneye çıkınca biraz o dönemi hatırlar gibi oldum. Meksika’daydık salsa partileri, eğlenceler… Üniversite dönemimi unutamıyorum.. Los Angeles’ta çok eğlenceli projelerde yer alıyor olsam da üniversite hayatı bir başkaydı.”

İnsan merak etmeden duramıyor tabi, “Üniversitede her şey mi çok güzeldi be Esin?” diye sordum. Amerika’ya gelen birçok Türk öğrenci, çalışma izni olmamasından kaynaklı bir stres yaşayabiliyor. Döviz kurunun şu andaki hali de bu stresin temel sebeplerinden bir tanesi, tabi ki. Yazının bu anki kısmına kadar anlayacağınız üzere Esin dünyaya pembe gözlüklerle bakan birisi! Ve çalışma izni olmamasına da verilebilecek en bardağın dolu kısmı cevabını veriyor. “Vize sorunuyla karşı karşıyayken, bunu pozitif bir şekilde değerlendirdim. Çalışma izni olan arkadaşlarım barda çalıştı, kıyafet sattı, çeşitli işlerde çalıştılar. Ancak benim çalışma iznim olmadığı için yaptıklarım hep müziğin içinde oldu. Piyanist olarak, aranjör olarak... Müziğin içinde basit işleri yaparak, kreatif olmayan, sıkıcı olan birçok işi de tamamladım ve bunlar kariyerime fayda sağladı. Domestic öğrenciler hep içip eğleniyorlardı. Biz internationallar daha fazla çalışıyoruz. Ve dürüst olmak gerekirse başarılı olmaya daha fazla ihtiyacımız var.”

Bence hala üniversite öğrencisiyken Esin’den unutulmaz üniversite hayatının parolasını alabiliriz diye düşündüm ve TSA Global öğrencilerine tavsiyesi nedir, diye sordum. “Sosyal hayatı ve eğlenceyi dengelemek gerekiyor. Çocukluğunun beraber geçtiği insanlarla daha farklı bir paylaşımın oluyor. Üniversitedeki insanlarla daha farklı bir paylaşımın oluyor.  Bu paylaşımın bir amaca hizmet etmesi gerektiğini düşünüyorum. Tamam gezip eğlenelim ama dünyayı değiştirelim ve bir şeyler yaparken birbirimize destek olalım. Haa bir de, Amerika'da sürekli "networking" duyuyoruz, aslında bu "making friends" olmalı ve ben bu bakış açısına sahip olduğum için birçok avantaj kazandım.” Grammy değerinde tavsiyeler!!

Eee Grammy demişken de artık konu Grammy’e gelsin! Esin için bu ödüller her zaman özelmiş! Erkeklerin futbol konuşmalarıyla genelde ele geçirdiği teneffüs sohbetlerini, bir sabah 4 kız gelip dün gece izledikleri ödül gecesini anlatarak tüm sınıfı domine eder ya! Esin, o kızlardan! Hatta o kızların arasındaki en tutkulusu! Nereden nereye! Ekran karşısından ödül töreninin gerçeğine! Bu noktaya gelmeyi hayal eder miydi… Yazımızı burada okumaya başlamadıysanız Esin’i az çok anlamışsınızdır diye düşünüyorum. Evet, ortaya koyduğu işleri genelde çok dinlemezmiş ancak Wednesday dizisi için yaptığı aranjmanı tekrar tekrar dinler olmuş. O zaman da içine doğmuş, galiba bi şeyler olacak şeklinde! Paul Anka büyüsü diyelim! Tabi, Wednesday dizisinin Netflix’te yayınlanıyor olması, yönetmenin isminin popülaritesi gibi Esin’i Grammy adaylığına götüren birçok farklı etkenler olsa da doğru zamanda, doğru yerde olmak Esin’in kabiliyeti! Tekrardan tebrikler peri kadın!

Size veda etmeden önce Esin’e, 5 yıl sonra ne yapmak istediğini sordum. Bu hayal dolu ve parıltı saçan hayatın manifestation köşesi olsun istedim. Ve yazımızı da Esin’in dilekleriyle kapanacak! Siz, sayın okuyucu arkadaşlarım bu yaşam öyküsünün hepimize ilham olması dileğiyle! Bir sonraki röportajımızı sizden biriyle yapma umuduyla! Görüşmek üzere!!!

Bir projenin parçası olmak ve insanların kalplerine dokunan bir şeyler yaratmak, beni gerçekten dolduran bir hedef. Dünyanın her yerine ulaşabilmek istiyorum. Beni besleyen ve hayranlık duyduğum insanlarla birlikte çalışmak, benim için büyük bir mutluluk kaynağı olurdu. 35 yaşında, bebeğimle birlikte Disney projesinin turnesinde olmayı hayal ediyorum. Disney ve Pixar'ın ortak animasyonunun müziklerini yapmak, gerçek bir başarı olurdu benim için. Ancak hayallerim bununla da sınırlı değil. Olimpiyatların açılış ve kapanış müziklerini yapmak da büyük bir arzum. Bu benim için sadece bir kariyer hedefi değil, aynı zamanda büyük bir onur olurdu. Tüm bu projelerle insanlara ilham vermek ve duygularını harekete geçirmek istiyorum.”


Next
Next

Turkish Coffee Lady