Turkish Coffee Lady

Merhaba arkadaşlar… Amerikan Rüyasını Yaşayanlar yazı serisine hoşgeldiniz. Bu haftaki konuğumuz; kültür elçimiz, Dr Öz'e hatasını kabul ettiren, Avrupa ve Amerika’yı kendi kamyonuyla gezen, kanserle olan savaşını yenmiş ve hala hayalleri tükenmemiş çok güçlü bir kadın, bir anne. Kendisi Gizem Salcıgil White, nam-ı diğer, Turkish Coffee Lady. Washington Post tarafından Turkish Coffee Lady olarak tanıtılma serüvenini ve sonrasını dinlemeye hazır mısınız? Kaçırmamanız gereken bir sohbet bizi bekliyor! 

Soru: Merhaba Gizem Hanım, siz de Amerikan Rüyasını yaşayanlardan birisiniz. Siz kimsiniz, bize kendinizi tanıtabilir misiniz? Ardından da Türk kahvesiyle aranızdaki bu özel hikayeyi de dinlemekten mutluluk duyarım. 

Tam adım Gizem Şalcıgil White. Eşim Amerikalı olduğu için yabancı bir soyadım da var. Yoksa tamamiyle Türkiye’de doğup büyüdüm. 1981 yılında Ankara'da doğdum. Eğitim hayatıma Ted Ankara Koleji'nde başladım ve ardından Bilkent Üniversitesi'nde hem İngilizce hem de Fransızca bankacılık ve finans lisans eğitimimi tamamladım. Üniversite yıllarımda bankacılık kariyerine yönelik bir hedefim vardı ve mezun olduktan sonra Garanti Bankası'nda bir yıl süreyle çalıştım. Bir sene çalıştıktan sonra bankacılık kariyerimden ayrılıp hemen ardından Boston'a yerleşme kararı aldım. Bir çarşamba günü işi bıraktım, üç gün sonraki cumartesi günü Boston'a uçtum. 

Soru: Vaov, tebrik ederim hocam. İşinizi ve büyüdüğünüz yeri, comfort zone’u, bırakak ve Boston’a gelerek bir risk almışsınız. Bu taşınma kararı almanızdaki sebep neydi?

Teşekkür ederim Kadir’cim :) Bu kararı almam konusunda birden fazla etken vardı. Öncelikli olarak bankacılık deneyimim sürecinde anladım ki, iletişim kuruyor olmak benim için çok önemli, iletişim kurmaktan çok keyif alıyordum. Bu sebeple insanlarla etkileşimde bulunarak daha büyük bir etki yaratabileceğim bir iş ortamında olmak istedim. Bankacılık benim için doğru meslek değildi. Bir diğer etken, erkek kardeşim de North Eastern Üniversitesi'nden kabul almıştı ve hali hazırda Boston'da yeni bir düzen kurulacaktı. Ben de bu riski alıp Boston'da yeni bir hayata adım atarak öğrenciliğe geri döndüm. Boston Üniversitesi'nde Uluslararası Pazarlama üzerine eğitim aldım. Bu süreçte gerçekleştirdiğim staj deneyimi, beni dünyanın en iyi iletişim okullarından biri olan Emerson College'da yüksek lisans yapma şansını yakalamama destek oldu. 

Soru: Ahaha bitmeyen bir öğrencilik! Siz de hayat boyu öğrenci kalanlardansınız sanırım. Başarınızın altında yatan sebepler yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başladı:) Hikayenin sonunu bildiğim için Boston’ın nasıl geçtiğini az çok tahmin edebiliyorum ama yine de sormak isterim. Aldığınız riske değdi mi, Amerika sizi güzel karşıladı mı?

Kesinlikle! Boston, hayatıma oldukça pozitif dokunan bir dönem oldu. İlk olarak, eşim Nathan ile tanıştım ve bu tanışma, yüksek lisans programının ilk günüydü. Büyülü bir dönemin başlangıcı oldu benim için. Yüksek lisans eğitiminde de küresel iletişim ve pazarlama konularına odaklandım. Capstone projemde ülke markalaştırma alanında çalıştım. Sene 2006-2007'ydi ve inceledikçe fark ettim ki Türkiye, bu büyüyen pazarda yer almıyor, faaliyet göstermiyordu. Turizmde sadece deniz-kum-güneş odaklı tanıtım stratejileri izlenirken, ülkemizin olumsuz imajıyla başa çıkma konusunda hiçbir adım atılmıyordu. Capstone projemde bizi gerçek bir ülke ile çalışmaya yönlendirdiler ve çalıştığımız ülkenin o dönemlerde Türkiye ile benzer imaj sorunlarına sahip olduğunu gördüm. Çalıştığım ülke, bize şaşırtıcı bir hedef doğrultusunda çalışma planı oluşturdu: "Biz, olarak on on beş sene sonra ne olacağımızı değil, elli yüz sene sonra Amerikan toplumunun algısının ne olacağını düşünüyoruz." Türkiye'de turist sayısı hesaplanırken, Çalıştığım ülke yüz sene sonrasını planlıyordu. Bu proje benim için bir uyanış noktasıydı. Kendime sordum: "Ben de ülkem için ne yapabilirim?"


Soru: Çok derin ve etkileyici bir hikayeyle karşı karşıyayım şu an. Kader ağlarını örmüş diyebilirim! Sonra ne oldu?

Ahahah :) Mezuniyetin ardından eşimin işi nedeniyle Washington'a taşındık. O, Amerikan Konsolosluğu'nda göreve başladı ve ben de Türk Büyükelçiliği'nde çalışmaya başladım. Büyükelçilikte geçirdiğim süre boyunca public diplomacy, halktan halka iletişim ve kamu diplomasisi gibi kavramları bizzat deneyimleme fırsatı buldum. Büyükelçimiz Namık Tan, oldukça aktif bir diplomat olarak her gün farklı bir toplumun liderlerini ve gruplarını ağırlıyordu. Biz de bu süreçte önemli bir rol oynuyorduk. Benim asli görevim, basın müşavirliğiydi. Görevim neticesinde de Türk-Amerikan toplumuyla aktif olarak ilgilenmeye başladım ve bir anda kendimi Türk siyasetinin içinde ve Türk-Amerikan toplumunun merkezinde buldum. Bu etkinlikler sürecinde benim gibi girişimci iki arkadaşımla sıkı bağlar geliştirdik. Kendi aramızda konuşurken de  Türkiye ile ilgili olumsuz algıları nasıl değiştirebileceğimizi düşünüyorduk. Bu düşünceyle Türk kahvesini tanıtma fikri ortaya çıktı; çünkü Amerikalılar kahveyi çok ama çok seviyordu ve Türk kahvesini merak ediyordu. Üç arkadaş hemen çalışmalara başladık ve 2009'da, Facebook ve Twitter'ın sadece üniversite e-postasıyla giriş yapılabildiği yükseliş dönemlerinde, benzer bir Türk kahvesi platformu kurduk. Kendi bütçemizle oluşturduk ve  "Türk Kayfe" ismini verdik bu platforma. Futbol, siyaset, sosyal hayat derken platformumuz kısa sürede büyüdü. Garanti Bankası ve Kurukahveci Mehmet Efendi bize sponsor oldu. Kahve etkinlikleri düzenlemeye başladık. O dönemde hala büyükelçilikte çalışıyordum. Büyükelçimizle konuştum ve elçilikte Türk kahvesi etkinliği yapma teklifini getirdim. Kabul etti, ancak beklediğimizden çok daha büyük bir etki oldu. Medyadan ilgi gördük, diğer devletlerin büyükelçilerinden destek aldık, civardaki belediye başkanlarından ilgi gördük. Bu durum bizi şaşırttı. Tıklım tıklım bir etkinlikti. Başarının tadını aldığımızda, aynı etkinliği New York'ta bir kez daha düzenledik ve burada da büyük ilgi gördük. 

Soru: Çılgın ve hayalperest bir insanın kendisi gibi arkadaşı olduğunda ve hedefe kitlendiklerinde onları durdurabilecek bir şey çok zor sanırım. Ahaha New York’tan sonra nasıl devam etti?

Ahahah gerçekten öyle! New York etkinliği de mükemmeldi ancak düzenlediğimiz etkinliklerin etki süresi oldukça kısaydı. Bir araya geliyor, kahve içiyor, hemen bitiyordu. Farklı bir şey lazımdı. New York'ta dolaşırken etrafta oldukça "food truck" gördüm; o zamanlar oldukça popülerdi. Gördüklerimden sonra Turkish Coffee Truck fikri doğdu. O dönemde Türkiye'ye döndüm ve Kurukahveci'nin ailesi ve yöneticileriyle önceki destekleri için teşekkür edebilmek adına bir araya geldik. Onlara destekleri için teşekkür ettim ve Truck fikrimi paylaştım. İlk başta şaşırdılar, ancak sonunda beni desteklediler. Amerika'ya döndüm ve bir araç bulma konusunda deli gibi çaba sarf ettim. Sonunda bir şekilde buldum. Yaklaşık altmış bin dolara mal oldu, ancak sponsorlar, aile, dostlar ve dernek üyelerinin yardımıyla bu parayı topladım. Ardından büyükelçilik görevimden ayrıldım ve üç haftalık bir tur düzenledim. Washington'daki üniversitelerden başlayarak Boston ve New York'a kadar birçok yeri ziyaret ettik. Gönüllü bir ekip olarak binlerce Türk kahvesi dağıttık. Washington Post bu projeyi haber yaptı ve beni "Turkish Coffee Lady" olarak adlandırdı. Bu ismi çok sevdim ve gurur duyarak taşıdım. İlk Truck'ımız çok güzel bir şekilde hizmet veriyordu ve ardından ikinci bir Truck'ı daha ekledik. Dünyanın dört bir yanından mesajlar almaya başladım, Almanya'dan, her yerden...Bir sene sonra ekibimle birlikte Avrupa turuna çıktık. Hollanda'dan Belçika'ya, NATO Genel Merkezi'nden Toyota Genel Merkezi'ne kadar birçok yerde Türk kahvesini tanıttık. Adeta bir diplomat gibi dolaşıyordum kendi kendime. Medya büyük ilgi gösterdi ve her gittiğimiz yerde haber oluyorduk. Bir kamyon dünyayı dolaşıyor diye. Bu tur, 2013 yılında Fransa ile son buldu.

Soru: Yeni bir risk ve yolculuk daha! Ahaha Washington Post’ta haber olmuş birini bloggumda misafir etmekten ayrıca onur duyuyorum. :) Hem dünyayı dolaşıp hem de Türk Kahvesini tanıtıyorsunuz. Oldukça eğlenceli olmalı. En eğlenceli kısmı da hayal ettiğiniz bir şeyin gerçeğe dönmesi ve bu sayede tüm dünyayı dolaşmanız sanırım. İlham vericisiniz! Amerikan basınında da çok fazla ilgi gördünüz mü yoksa daha çok Türkiye basınında mı?

Tabi, Türkiye’den daha çok ilgilenen vardı. En sansasyonel olanı, Dr. Mehmet Öz’le aramızda geçen tartışmaydı. Mehmet Öz kendi programında, hiç unutmuyorum 23 Nisan 2013'te, Türk kahvesini Yunan kahvesi olarak tam bir saat tanıttı. Bu duruma tepki olarak, ben de bir imza kampanyası başlattım ve "Lütfen Türk kahvesini tanıyın ve onurlandırın" çağrısında bulundum. Bu kampanya Türkiye genelinde büyük yankı uyandırdı ve Mehmet Öz, sonunda özür dilemek zorunda kaldı. Bu olay, Türk kahvesinin tanıtımına ve saygı görmesine katkı sağlayan önemli bir döneme işaret etti. Basından da en yoğun ilgiyi o zaman gördüm diyebilirim. 

Soru: Bir Türk genci olarak çabanız için teşekkür ederim. Peki, Mehmet Öz’ün Yunan Kahvesi olarak bahsetmesindeki sebep ne olabilir? Hamdi Ulukaya’da benzer bir şekilde “Greek Yoghurt” ismini kullanarak pazara giriş yapmıştı. Bu davranışlarındaki sebep nedir?

Sebebi şu ki, Türkiye'yi bilmeyen ya da yanlış bilgiye sahip hala birçok insan var.  Örnek vermem gerekirse, üniversitedeyken akvaryumda resim satışı yapıyordum. Bir gün, bir beyefendi geldi ve sohbet etmeye başladık. Bana nereli olduğumu sordu, ben de Türkiye dedim. Adamın tepkisi, "Massachusetts'in neresinde?" oldu. Bu adamın bilgisizliği olarak değerlendirebilir ya da bizim kendimizi tanıtmamızdaki eksiklik. Pazarlama sektöründe eğitim hayatı ve kariyere sahip olan biri olarak eksikliğin büyük bir kısmının kendimizi tanıtma ve birlik olma konusunda bize ait olduğunu düşünüyorum. Önemli bir noktayı da belirtmek isterim: Yunan kahvesi diye bir şey yok, arkadaşlar. Türk kahvesi, Kıbrıs çıkartması sonrasında Türk kahvesi dememek için bize karşı olanlar tarafından Yunan kahvesi olarak anılmaya başlanıyor. Bitmek bilmeyen bu yemek tartışmasına bir de kahve ekleniyor. Mehmet Öz, Türkiye'de Türk kahvesi derken Amerika'ya gidince Yunan kahvesi diyor. Türk kahvesi, Unesco tarafından tescilli bir kültürel değerdir. Listede bizim kahvemiz dışında hiçbir kahvenin bulunmadığını da belirtmek isterim. Mesela Espresso hala değerlendirme sürecinde olup kültürel bir değer olarak hala kabul edilmemiştir. Türk kahvesi sadece bir içecek değil, bir kültürdür. Ve eklemek istiyorum, sadece kültürel bir yönü olmayan, aynı zamanda etkileyici bir ekonomik potansiyele sahip bir ülke tanıtım stratejisi olma potansiyeli olan bir ürün.Ben bunun için Ticaret Bakanı ile bile görüştüm. Bu konuda sadece kültürel boyutun ötesinde, ekonomik bir perspektifi de tanıtma misyonunu üstlendim. Kahve ekonomisi dünyanın en büyük ekonomilerinden biridir ve bu sektörden yüzde 1'lik bir pay almak bile son derece değerlidir. Kahvenin hammadde üretimini gerçekleştirmiyor olabiliriz ancak bu alandaki potansiyelimizin önemsenmesi gerekiyor çünkü pazarlayabileceğimiz bir hikayemiz mevcut! İtalya'da kahve çekirdeği yetişiyor mu ya da Belçika dünyanın en pahalı çikolatasını satıyor, orada kakao yetişiyor mu? Amerika'daki tarih kitaplarında Türk kahvesi bile geçiyor, ancak ülkemizde hala bu potansiyeli bir değere dönüştürebileceğimizi kabul etmeyenlerin varlığı beni derinden üzüyor. Türkiye'de tanınmış bir restoran sahibi, Türk kahvesinden başka bir şey çıkmaz, bu işi bırak diyor. Ben de kendime bu adama yanlış olduğunu kanıtlayacağım diyorum ve daha motive bir şekilde yoluma devam ediyorum. Bizim kahvemiz gerçekten özel! Telvesinin olması demek, diğer kahvelere nazaran filtrelenmemiş bir kahve içiyoruz. Kahve çekirdeği antioksidan içeriyor ve filtrelemediğimiz için tüm bu vitaminleri içiyoruz. Şimdi düşün, herhangi bir diğer kahve içtiğinde kalorisi var, ama vitamini az. Türk kahvesini ise özüyle içiyorsun, tamamen bir şifa kaynağı. Bir tarif vereyim, biraz karın ağrısı mı çekiyorsun, limonla kahve telvesini karıştırıp yediğinde mide ağrını hafifletir. Telvesini al, bitkinin toprağına koy, bitkiyi beslesin. İnanılmaz bir fayda... Türk kahvesi, sadece kahveden öte bir şeydir. İşte markalaşmanın önemi burada ortaya çıkıyor. Ancak üzerinde "Türk" kelimesi olduğu için yeterince değer görmüyor. İşte Greek neden Türk kahvesini çalmaya çalışıyor, anlayalım. Günde iki fincan iç, bağışıklık sistemin güçlensin. 

Soru: İnanılmaz! Bu kadar faydası olduğunu ben de bilmiyordum. Peki, ısrarla vurguladığınız Türk Kahvesinin hikayesini anlatabilir misiniz?

Büyük bir keyifle! Senelerdir yaptığım şey :) Kahve tarihi, 9. yüzyılda Güney Habeşistan'da, günümüz Etiyopya'sında kahve çekirdeklerinin keşfedilmesiyle başlıyor. Hatta bu keşfin ardında ilginç bir efsane var. Kaldi adındaki bir çoban, keçilerinin bir ağacın meyvelerini yedikten sonra daha enerjik olduklarını fark eder. Merakı uyanan Kaldi, aynı meyveyi keçilerle birlikte dener. Meyveyi yedikten sonra kendisinin de keçiler gibi daha enerjik ve mutlu olduğunu fark eder. Kaldi, bu keşfini yerel manastırdaki keşişlere anlatır. Etiyopya'nın yüksek yaylalarında, kahvenin anavatanında, yerli halk yabani kahve bitkisinin tanelerini un haline getirip ekmek yapıyorlardı. Bu meyveler kaynatılarak suyu içilmek suretiyle tıbbi amaçlı kullanılır ve "sihirli meyve" olarak adlandırılmış. Ardından kahve, ünüyle birlikte hızla Arap Yarımadasına yayılıyor ve üç yüz yıl boyunca Habeşistan'da keşfedilen yöntemle içilmeye devam edildi. 14. yüzyılda, ateşte kavrulan kahve çekirdekleri, ezildikten sonra kaynatılarak içilmeye başlandı. Yemen'deki sufi tarikatı, kahveyi ilk işleyip içenlerden biriydi. Kahve, Osmanlı İmparatorluğu'na, Yavuz Sultan Selim döneminde, 1517 yılında Yemen Valisi Özdemir Paşa tarafından getirildi. Hızla saray mutfağında itibar kazandı ve büyük ilgi gördü. Padişahın kahvesini pişiren "kahvecibaşı" rütbesi sarayda yer aldı. Kahvecibaşılar, sadık ve sır tutma kabiliyeti olanlar arasından seçiliyordu. Kahve, saraydan konaklara ve evlere yayıldı. İstanbul halkı kısa sürede kahvenin tutkunu oldu. Satın alınan çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulup, dibeklerde dövülüp pudra kıvamına getirildikten sonra cezvelerde pişiriliyordu. Bu yöntem, tarih boyunca ilk defa uygulandığı için bu kahveye "Türk kahvesi" adı verildi. Türkiye'de ilk kahvehane 1554'te İstanbul'da açıldı. Avrupa'da ise yüz yıl sonra Viyana'da ilk kahvehane görüldü. İstanbul'da sadece kahve kültürünü değil, aynı zamanda kahvehane kültürünü de Avrupa'ya taşıdık. Sekiz yüze yakın kahvehane kurulduğu bu dönemde, Türk kahvesi ve kahvehane kültürü Avrupa'ya sadece bir lezzet değil, oldukça büyük bir yaşam tarzı kazandırdı.

Soru: Mükemmel bir hikaye! Ağzınıza sağlık. Peki, bu yolda hedefleriniz nedir? Turkish Tea Lady, Turkish Fashion Lady ve birkaç benzer ismi taşıyan markalarınızı da gördüm. Yol haritanız nedir?

İşim, başlangıçta belirgin bir hedefle başladı, ancak zaman içinde büyük bir evrim geçirdi. Şu an kültür elçiliği yapıyorum ve ticari anlamda da franchising aşamasındayız. Ayrıca, pandemi döneminde kurduğum bir vakıf üzerinden aktif çalışmalar yürütüyorum. Turkish Coffee Lady markasını bu özel nişten çıkarmak ve Türk kahvesinin yanı sıra Türk mutfağına odaklanmak istiyorum. Türkiye ekonomisine büyük bir katkı sağlayabilecek bir gastronomi hareketi başlatmayı hedefliyorum; çünkü dünya genelinde bu konu büyük bir trend halinde. İşimde 15 yılı geride bıraktım. Bu süre zarfında birçok insanla tanıştım ve fikir alışverişinde bulundum. Hangi yönde ilerlemem gerektiği konusunda belirli bir görüşe sahibim. Sadece Türk kahvesiyle devam etmemem gerektiğini biliyorum. Dünyanın ilgisini çekmek için mutfağımızı kullanmalıyız. Evet, kahve sektörü hızla büyüyor, ancak Türk kahvesinin payını %10'lara çıkarmak sadece benim çabamla mümkün değil. Bu işe gönül vermiş birçok kişinin katkıda bulunması gerekiyor. Amerika'da Türk mutfağını tanıtan bir PR ajansı bulunmuyor. Türkiye tanıtımı için var, ancak sadece Türk mutfağına odaklanan, gıda ihracatçılarına danışmanlık yapacak, restoranlara, otellere ve çikolata üreticilerine yol gösterecek kimse yok. Bugüne kadar edindiğim bilgi ve know-how ile bu konuda bilgi verebilecek durumdayım. Ve bunlar sadece gıda sektörüyle sınırlı değil, birçok sektör için geçerli. Benim istediğim, örneğin zeytinyağına odaklanmak gibi, bu konuda farkındalık yaratmak. Bu zor şeyler değil, yani tek başımıza başarabileceğimiz şeyler var ve bir de başaramayacaklarımız. Ama en azından farkındalık oluşturma konusunda bir şeyler yapabiliriz.


Soru: Emeğinize sağlık, yolunuz açık olsun! Şüphesiz ki olacaktır da! Ahaha Türk kahvesi denince akla hemen fal da geliyor. Olay hikaye anlatmaksa falın da buna oldukça büyük bir katkısı olacağını düşünüyorum. Bu konuda bir çalışmanız oldu mu?

Benim sayfamda fal ile ilgili bir şey göremezsin ancak tabiki de fal da Türk kahvesinin yanında eksik olmuyor. Her sene Türk festivali düzenliyoruz ve genellikle 10-15 tane falcımız oluyor. Bu etkinlik, herkesin mükemmel bir deneyim yaşadığı keyifli bir atmosfer sunuyor. Ancak Amerika'da, herkesin herkesi sudan sebeplerle mahkemeye verdiği bir yerde fal bakmak gereksiz problemlerle başımızı ağrıtabilir diye düşünüyorum. Birkaç kez müşterilerle fal sebebiyle tatsız olaylar yaşandı. Fal gerçekleşmedi diye şikayet ettiler, beni yanlış yönlendirdiler, dediler. Ancak bir hikayemizi de paylaşmak istiyorum,  deprem olmadan hemen önce bir TikToker kafemize geldi. Kızın dört yüz bin  takipçisi varmış ve biz mükemmel bir deneyim yaşattık. Kahveler, lokumlar... Sonunda Hasan Bey, kahve falı baktı. O gün kız videolarını çekti ve gitti. Ardından hepimizi derinden yaralayan o deprem yaşandı. Tabi biz, influencerın geldiğini unuttuk. Aklımız, kalbimiz tamamen Türkiye'deydi. Yardımcı olmaya çalışıyoruz elimizden geldiği kadar. Sonra bir gün, telefonum susmuyor. Yani bir iki değil, yirmi otuz kişi birden arayıp kahve falı bakmamız için randevu talep ediyorlar. Bu durum o kadar anormal ki, başta trollendiğimi düşündüm. Meğerse kızın videosu TikTok'ta viral olmuş, bizim haberimiz yokmuş. Sonra bir kahve falı furyası başladı ve artık yetişemeyecek hale geldik. Hasan Bey'in ciddi bir fal bakıcısı olduğunu da o zaman öğrendik:) Bir senede binin üzerinde fal baktık herhalde. İşin aslı İnsanlar faldan önce iyi bir şeyler duymaya ihtiyaç duyuyorlar. Fal, bunun bir çeşit eğlencesi. Fortune Coffee'de neden olmasın? Güzel bir fırsat var ve değerlendirilebilir. Ancak ben kişisel olarak içine çok girmek istemiyorum. Amerika'da iş sahibi olarak anladım ki kendini korumak önemli. İyi niyetli olmayan insan sayısı oldukça fazla. Fal bakmanın da bir sakıncası olduğunu düşünüyorum.

Soru: Son sorum! Benim için çığır açan bir sohbetti. Okuyan herkesin de ilham alacağına eminim! Ve bu yazıyı da birçok öğrenci ve genç arkadaşım okuyacak. Onlara açık bir şekilde nasıl bir mesaj vermek istersiniz?

Bu soruyu bana altı sene önce sorsaydınız, muhtemelen farklı bir cevap verirdim. Alibaba'nın kurucusunun şu sözü var: "En iyi olmaya çalışma, ilk ol." En iyi olma mücadelesi çok yorucu ve tüketici olabilir. Oysa daha yaratıcı, daha vizyoner, geleceğe ve topluma faydalı olacak ne yapabilirim diye düşünüldüğü zaman daha faydalı olabiliriz.  Her insan özel, her insan farklı olduğu için özel. Aynılaşırsan sıradanlaşırsın. Burada risk almak ve farklılığın peşinden gitmek gerektiğine inanıyorum. Kolay mı, hayır? Asla. Bu yola çıktığın anda başarmış olacaksın ve yolculukta tanıştığın insanlardan çok şey öğreneceksin. Dünya kocaman, comfort zone'un içine sıkışmamak lazım. İlk kurduğumda kimse bana destek olmadı, ailem bile. Bahsetme şansım olmadı ama belli bir dönem Türk Hava Yolları'nda da çalıştım, PR ve sponsorluk işleri bendeydi. Çok değerli bir network kurdum.Amerika'nın prestijli bir alışveriş merkezinin yöneticilerini THY'de uçmalarına destek olmuştum. Onlar Türkiye'ye hayran kalmışlardı ve buraya bir Türk markası açalım demişlerdi. Sonra onları aradım, yanlarına gittim ve bana cüzi bir kira ile destek oldular. THY'den ayrıldıktan sonra bir dönem Dünya Bankası'nda çalışmaya başladım. Şirketin içerisinde yer alan kadın girişimcilik programlarına katıldım ve 9-5 hayatımdan tamamen istifa ettim.  Bu işi kurmak çok stresliydi. Bu süreçte meme kanseriyle savaştım ve galip geldim. Irkçılığa maruz kaldım, kadın olduğum için hor görüldüm, yaş olarak küçük olduğum için çok fazla zorluk yaşadım. Şu an çok keyifliyim. Ama bu keyif için çok çabaladım. Gençlere son olarak söyleyeceğim şey, çabalayın! 


Previous
Previous

Grammy Perisi

Next
Next

4 Nesillik Çınar, Lazzoni